top of page
Image by Glen Carrie

Korku ve Kederi Yenmek İçin Beş Temel İlke

1. İlke

Korku, normal şartlar altında doğal (hatta iyi) bir duygusal tepkidir. Ancak korku kontrol dışı olduğunda duygusal sağlığımız için yıkıcı bir hale gelir.

Korkunun normal ve sağlıklı olduğuna inanıyor musunuz?

Korku, tehlikeyi değerlendirmede akılla birlikte çalışan bir duygudur. Sağlıklı korku kendimizi riske atmamızı engeller. Korku, potansiyel bir tehlikeyi değerlendirmekte aklımızın kullandığı verilerden biridir. Bir duygu olarak korku, direkt olarak kontrol altına aldığımız bir şey değildir. Bir kuşun başımızın üzerinden uçmasını engelleyemediğimiz gibi, korku duygusunun da aklımıza gelmesini engelleyemeyiz. Bir kuşun başımızın üzerinden uçmasını engelleyemediğimiz halde, başımıza yuva yapmasını engelleyebiliriz. Korkunun karar verme sürecimizi yönetmesine ve yaşamlarımızı kontrolü altına almasını engelleyebiliriz (ve engellemeliyiz).

Korku normaldir. Bir kişide hiçbir korku duygusu yoksa bu anormal bir şeydir ve duygusal bir düzensizlik belirtisidir. İlk bakışta korku olumsuz, yıkıcı bir duygu olduğu halde aslında yararlı bir amaca hizmet eder. Buna örnek olarak yaygın olarak yanlış anlaşılan bir başka insansal bir durum olan fiziksel acıyı vermek istiyorum. Hemen hemen hiç kimse fiziksel acıyı iyi bir şey olarak düşünmez. Normalde ondan uzak durmak için elimizden gelen her şeyi yaparız. Buna karşın acı bizleri vücudumuzda bir şeylerin iyi gitmediği konusunda uyarır. Eğer hiç fiziksel acı hissetmeseydik günlük yaşamda kaçınılmaz olan yaralar ve hastalıkları önemsemezdik. Küçük yaralar mikrop kapar ve bakılmazdı. Mikrop kapan yaralar ciddi hastalıklara yol açar.

Cüzamlılara aynen böyle olur. Cüzam, acı hissini yok eden bir hastalıktır. Cüzamlı biri bir dikene ya da bir çiviye bastığında acı hissetmez. Yara mikrop kaptığında onu temizlemezler. Çünkü hiçbir acı hissetmezler ve vücutlarındaki yaranın bakıma ihtiyacı olduğunun bilincinde değildirler. Cüzamlı insanlar, hastalığın kendisinden değil, mikrop kapmış yaralarından sakatlanır ve/veya ölürler. Normal acı, rahatsızlık verdiği halde bizi korur. Ancak çok fazla acı da bizi yok eder.

Aynı şey, korku için de söylenebilir. Korku bizleri dikkatli olmamız konusunda uyarır. Bizleri tehlikeli şeyler yapmaktan alıkoyar. “Doğru” miktarda korku bizim dostumuzdur.

Yukarı Çık

2. İlke

Keder (yas), acı çekme ve kayba karşı verilen normal ve gerekli bir karşılıktır. Koldaki fiziksel bir yaranın beklenilebilir bir iyileşme süreci izlemesi gibi, keder de beklenebilir bir devir izler. Keder (yas) sürecinin tamamlanması için devrin her adımının yaşanması gerekir.

Keder normal ve yaygın insansal bir deneyimdir. Her toplumun keder sürecini, özellikle de sevilen birinin ölümü üzerine yaşanan kederi, yaşamak için kendi gelenek ve görenekleri vardır. Türkiye’de cenaze töreni, namaz, okuma, ziyaretler vb. adetler vardır. Diğer kültürlerde kederimizde bize yardımcı olan başka gelenekler ve biçimler vardır. Burada önemli olan çoğu kültürde insanların keder sürecini yaşamalarına sosyal bakımdan kabul edilen biçimlerde yardım eden, uzun zamandır var olan geleneklerin varlığıdır. Bu gelenekler, keder döngüsünün tipik olarak bir parçası olan çeşitli duygular ve tutumları işlememize yardımcı olmakta önemli öğelerdir. Psikologlar, keder döngüsü adı verilen bir dizi adım ya da dönem olduğunu belirlemişlerdir. Bunlar keder çekmekte olan insanların tipik duygusal tepkileri ve tutumlarıdır. Bu dönemler insan doğası için temel görünmektedirler, çünkü çeşitli kültürel geçmişlerden gelen kişilerde görülmektedirler. Aile danışmanları kişinin, kederlerinin duygusal acısını yeterli bir şekilde ele almak için bu aşama ya da dönemlerin her birinden geçmesi gerektiğini söylemektedirler.

Sevdikleri birisini ya da bir şeyi kaybeden çocuklar tıpkı yetişkinler gibi bir keder döngüsünden geçerler. Bunun bir programı yoktur ve her çocuğun bunu ele alışı farklıdır. Keder aylar ya da yıllar sürebilir. Bu aşamalara şunlar dahildir:

  1. İnkâr: şok ve inanmama. Gerçekçi olarak çocuğun gerçeği kabul etmesine yardım edin. Çocuğu koruduğunuzu düşünerek masallar ya da hikâyeler uydurmayın. Bu başka sorunlara yol açacaktır.
     

  2. Sıkıntı: Endişe fiziksel ya da duygusal belirtilere yol açabilir. Çocuklarda yatak ıslatma, iştahsızlık, fazla yemek yemek, bitkinlik, uykusuzluk, kabuslar yaygın belirtilerdir.
     

  3. Öfke: Hırçınlık, hiddet ya da kendi kendini mahvedici davranışlar.
     

  4. Ölen kişiye karşı düşmanca tepkiler: Terkedilmişlik, bırakılmışlık ya da ret edilmişlik duyguları. Başka insanlara karşı düşmanca tepkiler: anne/baba, Tanrı ya da başka insanları suçlamak.
     

  5. Suçluluk/Kendini Suçlamak: “Keşke şunu hiç yapmasaydım,” “Keşke ölseydin” ya da “Senden nefret ediyorum" gibi sözlerden ötürü suçluluk çekmek (bu, kukla oyununda İpek tarafından gösterilmişti).
     

  6. Depresyon: Çaresizlik, ümitsizlik, kabuğuna çekilme, hoşnutsuzluk ve ilgisizlik.
     

  7. Endişe: Çocuklar arasında okuldan kaçmak çok görülen bir durumdur.
     

  8. Panik: Karmaşa ve şok durumu, bazı insanlara karşı bir güvensizlik dönemi oluşur.
     

  9. Kabul ediş: Yetişkin ya da çocuk kendi hayatını ölen sevdiği olmadan yeniden düzenlemeyi öğrenir.

Kederi ele alma konusundaki geleneksel adetler depremin büyüklüğü karşısında yetersiz kaldığı için keder süreci birçok insan için tamamlanmamış olarak kalmıştır. Hiçbir toplum 50.000+ vatandaşının ani ölümü, yaralı, evsiz, işsiz, muhtaç ve yalnız bırakılan binlerce kişinin durumunun getirdiği kederi yeterli bir biçimde işleme koyamaz. Sağ kalanların birçoğu ölülerini gerektiği gibi gömmek için zaman ve yer bulamadılar. Bazıları aile üyelerinin bedenlerini hiçbir zaman toprağın altından çıkaramadı ve kederlerinin tamamlanmamış olması onları rahat bırakmamaktadır. Sağ kalanların birçoğunun kayıpları için yeterince keder çekebilmek için zamanları ve yerleri olmamıştır.

Bu da insanların gerektiği gibi kederlerini yaşama fırsatına sahip olmadıkları bir durum yaratmıştır. Döngünün bir aşamasında takılı kalmış ve kederi işleme koymanın getirdiği duygusal özgürlük ve iyileştirmeyi elde edemiyor olabilirler. Tabii ki, içimizde saklı olan duygusal acının farkında bile olmayabiliriz. Keder çekme ihtiyacımızın bilincinde olmayabiliriz.

Yukarı Çık

3. İlke

Acı çekmek Tanrı’nın sizi cezalandırdığı demek DEĞİLDİR. İyi insanlar da acı çekerler.

Sadece kötü insanların acı çektiğine inanmak tamamen saçma bir şeydir. Bütün insanlar acı çeker. Tıpkı savaşta zayıf ve korkak askerlerin yanı sıra cesur ve kahraman askerlerin ölmesi gibi, hem iyi ve hem de kötü insanlar acı çeker. Tanrı’nın iyi insanların acı çekmesine izin vermediğini savunmak mantık ve sağduyuya aykırıdır. Özellikle çocuklar bu tür söylenti ve yarı gerçeklere karşı çok duyarlıdırlar.

İyi insanların acı çekmediğine bizi ikna etmeye çalışan görüşün hatalı mantığını ortaya koymanın birçok yolu vardır.

İlk olarak, birçok kötü insanın bu hayatta yaptıklarından ötürü cezalandırılmadan yaşadıkları açık değil midir? Ya standartların altındaki evlerin inşa edilmesine ve insanların orada oturmalarına izin veren müteahhitler, inşaat müfettişleri ve kent yetkilileri? Tamam, belki bazıları hapse girip ceza çekecekler, ama hak ettikleri düzeyde değil. Tarihte yaşamış olan ya da günümüzde yaşıyor olan ve bu hayatta cezalandırılmıyor görülen bütün kötü insanların listesini yaparak günler geçirebiliriz. Cezalandırılmak yerine zenginleşip ünlü oluyor gibidirler. Bu, Tanrı’nın bu yaşamda kötülerin cezalandırılmadan yaşamalarına izin verdiğinden ötürü adil olmadığı anlamına mı gelir? Hayır. Bunun anlamı sadece, Tanrı’nın kötüleri bizim istediğimiz zaman değil, Kendi istediği zaman cezalandırdığıdır.

İkinci olarak, acı çekmek her zaman bir ceza mıdır? Hayır, tabii ki öyle değildir. Acı çekmeden değerli olan hiçbir şey kazanılamaz. Acı olmadan bir bebek bile doğmaz. Değerli metaller ısıyla arındırılırlar. Altının cürufu yakılır. Toprak kaplar ancak bir seramik fırınının ısısına tabi tutulduktan sonra yararlı olurlar. Tarih boyunca büyük kişiler erdemlerinden ödün vermeyi reddettikleri için acı çekmişlerdir. Acı çekmenin insan doğasını arıtma ve sınama etkisi vardır. Acı çekmek her zaman ceza değildir.

Anne babalar ve öğretmenlerin bu ilkeyi enerjik ve ikna edici bir biçimde savunmaları önemlidir. Çadır kentlerde “iyi insanlar” oldukları için depremden sağ kaldıklarına inanan insanlar varö maalesef. Bu çok üzücü bir bakış açısı. Sahte suçluluk ve utanç duygusuyla yaşayan bir çocuktan daha kötü olabilecek tek şey, kibirli ve kendini beğenmiş bir tutumla yaşayan bir çocuktur. Bu çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında kötü vatandaş ve kötü komşular olurlar. Evrenin bütün gizemlerini anlayamayacağımız gerçeğini kabul etmeliyiz. Bu gizemlerden bir tanesi de iyi insanların sık sık acı çektikleri, kötü insanlarınsa sık sık acı çekmedikleridir.

Yukarı Çık

4. İlke

Korkuyu yenmek için öğrenilebilir birkaç yol var.

Hepimizin bildiği gibi, korku duygusunun bizi yenme ve karar verme sürecimizi yönetme gücü vardır. Yönetimi ele alır ve bizi kölesi haline getirir. Mantıksız davranmamıza neden olur, bizi kendi kendimize karar vermekten alıkoyar ve insanlığımızın daha yüksek erdemlerini bertaraf eder. Kontrol altında tutulamayan korku çirkin bir canavardır.

Ama korku duygusu düşmanımız değildir. Onu görmemezlikten gelemeyiz. Buna rağmen davranışımız üzerindeki etkisini kontrol altında tutmak ve azaltmak için stratejiler kullanabiliriz ve kullanmalıyız. Birisinin söylediği gibi, “cesaret korkunun yokluğu değil, korkuya karşın erdemli bir şekilde davranabilme yeteneğidir.”

Bu bölümde, korkuyu ele almakta kullanılan dört yaygın stratejiyi açıklanacak. Kimse bilinçli olarak bir stratejiyi öbürüne tercih etmez. Bütün bu stratejileri farklı zamanlarda farklı şekillerde kullanırız. Bunları anlamak çocuklarınıza yardım etmekte yararlı olabilir.

1. Strateji: Tehlikeyle özgün korkuya karşı daha büyük bir denge sağlar.

Bu stratejiyi bir hikayeyle anlatalım. "Gençken bir yüzme takımındaydım ve yıllarca bir ve üç metreden atlama şampiyonalarında yarıştım. Evliliğimin ilk yıllarında dev bir kapalı Olimpik havuzu kayınvalidem, kayınpederim ve diğer akrabalarımla ziyaret ettiğimi hatırlıyorum. Bu spor merkezinde, sadece televizyonda Olimpiyatları seyrederken görmüş olduğum, 10 metrelik bir tramplen vardı. 10 metrelik bir tramplenden atlamanın nasıl bir şey olduğunu çok merak ettiğim için oğlumu annesine teslim ettim ve bütün akrabalarımızın bakışları arasında yukarıya tırmandım. Yukarı çıkıp tramplenin kenarında durduğumda aşağıdaki suya baktım ve paniğe kapıldım. Mayomla buraya kadar çıkma akılsızlığını yapmamış olmayı istedim. Ne düşünüyor olabilirdim? Durduğum yer, yerden çok yüksek görünüyordu. Midem düğümlendi ve kollarımın titremesini engellemek için onları önümde kavuşturdum. Korkmuştum, ama oradan inemezdim. Karım ve özellikle karımın ailesi aşağıdan, havuzun kenarından bana bakıyordu. Ne yapabilirdim? Nefesimi tutup atladım. Tramplenden aşağıya epey bir mesafe vardı ve bir yerime bir şey olmadı. Ama bütün o akrabalar bana bakıyor olmasalardı atlamazdım. Onların benim hakkımdaki düşüncelerinden 10 metrelik bir tramplenden atlamaktan daha çok korkuyordum. Onların hakkımda kötü düşünmesinden korkmam atlama korkumdan daha kuvvetliydi." – Suat Bey Bu, korkuyla başa çıkmakta bir karşı denge stratejisidir.   Mısır Firavunları’nın ordularını düşmana karşı savaşa yollarken korkularını yenmeye motive etmek için ilginç bir strateji kullandıkları söylenir. Firavunun şahsi ordusu, savaş alanının arkasında yedekte tutuluyordu. Bunların işi, düşmandan kaçan Mısırlı askerleri öldürmekti. Bunun Mısırlı askerler için kuvvetli bir motivasyon ve karşı denge gücü oluşturduğundan emin olabilirsiniz.

2. Strateji: Tehlikeyi yeni bilgi ya da deneyim aracılığıyla değerlendirmek.

Suat Bey devam ediyor: "10 metrelik tramplenden ilk kez atlarken korkumu korkakça yeniş öykümü hatırlıyor musunuz? Bir yerime bir şey olmadan bir kere atladıktan sonra bir daha denemeye karar verdim. Öyle de yaptım. Birkaç kez atladım ve hatta eğlendim de. Birkaç kez atlama deneyimim bunun (dikkatli olduğum sürece) o kadar da tehlikeli bir şey olmadığının farkına varmamı sağladı. Bir süre sonra atlama korkum yok oldu." Hepimizin yeni bilgi ya da deneyimler edinerek korkuyu yendiğimiz anılar vardır. Mesela, bir köylünün bahçesindeki meyve ağaçına bağlanan bir köpek vardı. Köydeki bütün çocuklar bekçi köpeğinin çirkin yüzü ve öfkeli hırlamasından korkuyordı. Bir gün, çocuklardan biri köpeğin sahibinin köpeğe yemek verdiğini gördü. Daha yakından bakınca çocuk köpeğin çok ihtiyar olduğunu, bütün dişlerinin dökülmüş olduğunu gördü. Dişsiz bir köpeğin oluşturduğu tehlike çocukların korkudan bahçeye girmemesini sağlamaya yeterli değildi. Yeni bilgi çocukların tehlikeyi yeniden değerlendirmelerine yardımcı oldu.

3. Strateji:  Korkuya neden olan tehlikeyi “nötr hale getiren” yeni bir güç tanıtmak.

Bu strateji en basit şekliyle, annesi de kendisiyle birlikte gittiği sürece okula gitme cesaretini kazanan korkmuş bir çocukla örneklendirilebilir. Annesinin varlığı korkuyu kontrol altında tutar. Ya da babası yanında olduğu sürece okulun kabadayısına meydan okuyan sıska bir okul çocuğuyla da örneklenebilir. “Nötr edici” gücün başka biri olması gerekmez. Bir duvar, hendek, tabanca/ya da hırsızlar için konulan bir alarm, bir ev sahibinin korkusunu ortadan kaldırmak için belirli tehlikeleri “nötr hale” getirebilir.

4. Strateji:  Tehlikenin sonuçlarını daha yüksek bir değerin ışığında cesaretle karşılamak ya da kabul etmek.

Ölüm, yaşabildiğimiz en kötü şey mi? Çoğu askere göre, beraber savaşan arkadaşlarını hayal kırıklığına uğratmamak daha kötü, daha korkutucu. Savaşan askerler sık sık korkuyor ve ölmek üzere olduğunu düşünüyor. Ama asker arkadaşlarını hayal kırıklığına uğratmayı istemiyor ve bu duygu, ölüm korkusundan daha ağır basıyor. Ölüm olasılığını kabul ediyor çünkü yanı başında dövüşen adamları seviyor. Yani yaptığı şeyin bütün risklere değer olduğuna inanıyor. Değer yargılarımız ve inançlarımız korkuyu yenmekte bize yardımcı olacak önemli etkenlerdir. Korkularımız karar verme sürecimizi kontrol altına aldığında kişiliğimiz sınanır.

5. İlke

Önemli bir travmadan sonra yaşam normale dönmez. Yeni bir normalin bulunması gerektir.

“Merak etme, her şey düzelecek.” Bu sözleri kaç kez iyi niyetli dostlarınızın ağzından duydunuz? Bu sözler sizi teselli ettiler mi? Çoğu kişi etmediğini söylüyor. Duygusal travmanın acısını çeken kişilerin Merih’te yaşayan insanlara değil, gerçeğin bilincinde olan tesellicilere ihtiyacı vardır. Her şey iyi OLMAYABİLİR, bu yüzden sözcüklerimizi daha dikkatle seçmeliyiz. Hatta, her şey asla bir daha travmadan önceki haline dönmeyecektir. Bazı insanların duygusal yaraları ve acıları yok olmayacaktır. Bunun anlamı bir daha asla mutlu olmayacağınız demek değildir. Bu, gerçekten çok uzak bir şeydir. Ancak her şeyin eskisi gibi olmasını bekleyemeyiz.

 

Yeni gerçeklere uyum sağlamamız çok önemlidir. Uygulamada bu öfke, dikkat toplama sorunları ya da olayları yeniden yaşama gibi şeyleri kontrol altına alabilmekte yeni alışkanlıklar öğrenme anlamına gelebilir. Çocuklarınız ve ailenizle daha çok zaman geçirebilmeniz için programınızı başka bir şekilde düzenlemeniz anlamına gelebilir. Gelecek hakkındaki eski hedeflerinizi bir kenara bırakıp yenilerini oluşturmaya başlamak anlamına gelebilir. Burada söylenmek istenen şey, her şeyin eskisi gibi olmasını umarak bekleyemeyeceğimizdir. İlerlememiz ve teselliyi gelecekte aramamız gerektir.

Yukarı Çık

bottom of page